25 Ekim 2013 Cuma

Çok Farklı Başlayıp Çok Farklı Biten Yazı

Güneş her şeyi ve herkesi besleyen ışık top. Göründüğü gibi kusursuz, yakıcı ve hayat verici. Güneş yeni bir gün başlarken doğsa da en sonunda bizi hep karanlığa terk etti. Ve halada aynı istikrarla buna devam etmekte. Her zaman seni sevdiğini söyleyip de yine de terk eden sevgili gibi. Seni ona en ihtiyacın olduğu zamanda bırakıp giden sevgili gibi. Bende yaptım bunu. Çok iyi bir insanı bana ihtiyaç duyduğunu düşündüğüm bir anda ayrılmaya ikna ettim. Anlaşamasak da, ortak zevklerimiz olmasa da, bazen beni gerçekten sıksa da bir şeyler paylaşmış olmaktan mutluluk duyduğum insan… Emin ol seni hala seviyorum.

Bu güne kadar emin olun birçok kişiyi sevdim. Kendimi bildim bileli birilerini seviyorum, birilerine aşığım. Ve o birilerini hala seviyorum. Onlar benim batmayan güneşlerim. Sevmekten vazgeçtiğim an ümitlerimde bitecek gibi. Çok fazla olmasalar da eski sevgililerim benim elimde olan yegane yaşanmışlıklarım. Yaşayamadığım anların hayalini yaşıyorum benliğimde. Yaşadığım anda hayal kırıklığını tadıyorum tekrar ve tekrar.

Gerçekten sevdiğim bir arkadaşım sevdiği kişilerin kusurlarını gördükçe onlarında insan olduğunun hatırlıyorum demişti.  İnsan ve ulaşılabilir. Arkadaşlar kalır, kalıcıdırlar. Sevgililer, kızlar, erkekler gider ama dostlar kalır. Gitmesin istediğim insanlar hep gitti. Şuan olduğumdan daha küçükken anasınıfında en iyi arkadaşımı benden almışlardı. Başka sınıfa vermişlerdi ama o yaşta bize göre başka sınıfa gitmek başka ülkeye gitmekle eşdeğerdi. Birkaç kez sınıfına gittim ama dostluğumuz aynı olmadı. Şimdiye kadar hiçbir arkadaşım ölmedi. Bir arkadaşı toprağa vermek nasıl bir şey bilmiyorum yada yakın bir akrabayı. Bu güne kadar bana en yakın babaannem öldü. Onun öldüğü yaşta da daha bu tarz şeyleri düşünecek kapasitede değildim. Bilmiyorum belki hala değilimdir. Olmaya çalışıyorum. Bizden alınan şeyler her zaman daha kıymetli geliyor sanki. Ama bazen biz bilerek uzaklaştırıyoruz bizden bazı şeyleri bazı kişileri.


Bazı dönemler birilerini sevmeye çok ihtiyaç duyuyorum. Bazen de en olmadık zaman da birilerine vuruluyorum. Takıyorum kafayı sonuç bir bok yok. Genelde yazılarımda küfür etmeyi sevmem ama harbiden bir bok yok. Onu düşünmediğim bir an bile yok ama ben o kadar pasif kalıyorum ki harekete geçebileceğim anlarda elim sikimde oturuyorum oturduğum yere(elim sikimde derken abazalıktan değil acizlikten). Yapmam gereken tek şey bir şey söylemek. Ne olursa. “Naber” bile yetebilir aslında bir muhabbetin açılmasına ama yok…

30 Eylül 2013 Pazartesi

Platonik Aşkta Çığır Açmak



Kendimi bildim bileli platonik bir aşık olmama karşın platonik aşk değiminin ünlü düşünür Platon'dan geldiğini bilmezdim. Aslına bakarsanız ne anlama geldiğini bu yazıyı yazmaya başlamadan birkaç saniye önce öğrendim. Aslına bakarsanız platonik aşk üzerine yazacaktım ve bir daha bir bakıyım tam tanımı neydi bunun diye Google'a yazmamla öğrendim ne demek olduğunu. Beni asıl şaşırtan gerçek anlamı oldu. Genel tanının aksine aslında tek taraflı aşktan ziyade ideal aşk demekmiş. Doğal, karşılık beklemeyen ve yalnızca fiziki birlikteliğe bağlı olmayan aşk. Yani sevgilinle gez, dolaş, öpüş falan ama seks mecburi değil. Olasa da olur ama olması şart değil. Wikipedia'da bunu doğal aşk olarak tarif etmişler. Peki bu doğal ve ideal olan aşksa diğerleri, tek gecelik ilişkiler falan ne ayak? Bize televizyonlarda, filmlerde, kitaplarda verilen bu tür aşklar birliktelikler ne kadar doğru? Ne kadar sağlıklı? Bana göre ikisi de gerekli. Bu ideal yanı gerçek anlamıyla platonik aşklar duygusal doyumu sağlasa da bir insan hayatında kaç kere ideal aşkı bulabilir ki? Cinsel doyum için diğer birliktelikler de gerekli diye düşünüyorum. Bir insan kaç kere karşılıksız sever? Uzun uzadıya düşünmenize gerek yok herkes ideal aşkı yakalamak istemeye bilir. Bağlanmaktan ve monotonlaşmaktan korka bilir. Saygı duyarım ama insan aldana bilir de. Gerçek ve ideal sandığı ilişki aslında beklemediği gibi de olabilir. Birbirleri ile paylaşacak şeyleri olmadığını da görebilirler.




Platonik aşk deyimi Platon'un "Devlet" adlı kitabından türemiştir. Ne gariptir ki ben bu kitabi daha dün Kipa'dan üç liraya aldım. Okuyacağımı düşünmedim hiç belki bir gün okurum diye almıştım fakat bu bu kitabin adını bu gün iki duyuşum ve artık kendimi okumaya mecbur hissediyorum. Başlığı yazıyı yazmadan önce attım ve aslında aklımda başka bir şeyler vardi fakat yeni öğrendiğim bilgilerin ışığında farklı bir yazı çıkardım. Önceden yazmayı düşündüğün şeyler kafamda allak bullak oldu. Bu yazının aslında platonik bir aşka mektup olması gerekiyordu ama buda fena olmadı sanki...

17 Mart 2013 Pazar

Ne Anlattığımı Bende Bilmiyorum


Neden istediğim gibi olamadığını anlıyorum yavaş yavaş. İstediğimi bula bilmek için daha fazla aramam gerek. Ama insanları tanımamın zaman alacağı zamanlarda senin suretin olacak benliğimde. İstediğimi bulduğumdaysa (tabii böyle bir şey mümkünse) tekrar seni hatırladığımda “Buda sana girsin” demicem. Onun yerine senle olsaydım ne olurdu derim belki kendime ama geçmiş geçmiştir gelecekte zaten gelecek o yüzden şimdiye bakmak lazım. Kalpten çok aklımı dinlesem de ya da öyle sansam da elde etmeden vazgeçmek var olmadan var etmeye benzedi. Böyle afili laflar edemediğimi de anladım şimdi. Entel yazar havalarının da bokunu çıkardım böylece.
İçine girdiğim hal beni bana anlatmasa da kendimi yazdıklarımda bulmaya çabalıyorum. İstediğimin olmasını istemem gerçekleştirebileceğim anlamına gelmiyor. Düşünmeden yazıp düşünerek eleştiriyorum yazdıklarımı. Var olduğumu sandığım şeyin aslında olmak istediğim olduğunu ve onu da olamadığımı anladım. Hisler benim olmak istediğime izin vermezse düşüncelerim yansıtır olmak istediğimi. Gündüzleri değirmenlerle savaşırken geceleri kendiminkinde uyuyorum. İstemediğim insanlarla muhatap olmak ikiyüzlülük gibi. Ayıya dayı demek koyuyor adama. İnsanlara kendi hayat hikâyemi anlatamamak çok kötü bir şey. Yazmaya değer bir hayatım yok bu yüzden bende kendiminkini kendim yaratıyorum yazılarla. Hayatın bana yazmaya değer anılar bahşetmesini umuyorum. Belki böylece yeni tanıştığım insanlara arkadaşlarıma ait değil de bana ait anılar anlatabilirim. Başka insanların anılarında yaşıyorum. Onlara tutunuyorum sürekli. Arkadaş gruplarımı birbirleriyle tanıştırmaktan çekiniyorum. Çünkü onlara sürekli birbirlerini anlatıyorum. Bunu yaparken de biraz saplantılı bir hayran edesi oluyor üzerimde.
Saygı duyma isteği insanı gülünç durumlara sokuyor. Büyüklerin yanında küçük görünmemek için kendini daha da küçülten bir olmadım. Benim durum biraz daha farklı. Ben yapmak yerine hayal ediyorum. Hayallerimde ve başka insanların anılarında yaşıyorum. Sevdiğim bir şarkıyı dinlerken o şarkıyı besteleyenin ben olduğumu hayal ediyorum ve bir süre sonra o hayale inanmaya başlıyorum. Olmak istediğim kişi gibi görünmeye çalıştığımda kedimden biraz daha uzaklaşıyorum. Söylemek istediklerimin yarısını bile düzgün söyleyemedim. Konuşurken bile kafamda kurduğum cümleyi kafamdaki gibi kuramıyorum. O kadar üşengecim ki bir şey anlatırken başını değil direkman sonunu anlatıyorum. Yanlış anlamayın bu benim fark ettiğim bir şey değil birkaç arkadaşım fark etti.
Bir tiyatro oyunu yazmak istiyorum. Tabii bu oyunun sahnelenmesini de. Sadece insanların yazdıklarımı ciddiye aldığını düşüne bilmek için. Bir şeyler yazmayı benim için gelip geçici bir heves sanmalarını istemiyorum. Yaşımdan da çok çekiyorum. Yaşım yüzünden ben bile bazen yazdıklarımı samimi bulmuyorum. Ayrıca kendimi erken tüketiyormuşum gibi geliyor. Birkaç sene sonra bu günleri tatlı ve masum anılar olarak yazabilirim ama ben bu günlerin malzemesini bu gün kullanıyorum. Gene kafamdakini tam olarak yazamadım. Yazıla bilir bir hayat yaşamak istiyorum ama bunun için bir çabada bulunmuyorum. Tek başıma bir seyahate çıkamıyorum mesela, yeni insanlarla tanışamıyorum bu yüzden onlarla ortak bir anı yaşayamıyorum. Kendi kendime anı yaratmaktan sıkıldı ve tükendim artık (demin bahsettiğim kendini erken tüketme bunun gibi bir şey). Herkese hayata bir kere geleceğimizi ve bu hayati dolu yaşamamız gerektiğini söylüyorum ama bırakın başka ülkelere gitmeyi odamdan bile çıkamıyorum. Yeterli birikimim ve hikâyem olmadığı için kendimi yazar olarak ta görmüyorum.
  


Anlatabiliyor muyum?

26 Şubat 2013 Salı

SOKAK FİLOZOFU


Bizler kazananın belli olduğu oyunlarda oynayan figüranlar olmaktan bıkmış ve oyundan çıkmış daha doğrusu sürülmüş insanlarız. Bizler sokak insanlarıyız. Sokaklarda yaşar, sokaklarda yer, sokaklarda uyuruz. Bizler herkesin uğursuz saydığı kara kedileri sütle besleyip kendimiz şaraba iktifa ederiz. Tek tesellimiz sizin de bir gün bizim gibi kaybedeceğinizi bilmemiz. Hepimizin sonunda eşit şartlara geleceğimizi bilmemiz. Aslında herkes eşit doğar. Neticede hepimiz çıplak geliriz dünyaya ve zamanla hüzün ve hüsranlarımızı giyeriz üzerimize. Yaşam oyunu boyunca farklı giysiler giysek bile neticede kara toprağı geçireceğiz oyun sonunda üstümüze. Bu yüzdendir ki debelenmeye gerek yok en iyisini giyeceğim diye.
Doğumdan sonra bir müddet ana sütü içer herkes, istisnai anne kayıpları dışında. Daha sonra yemeye başlarız hırs ve kinlerimizi. Fakat elbet hepimizin ardından dağıtılacak bir helva. O zaman ne gerek var kuş boku kadar bir yemeyin porsiyonuna beş öğün yemek parası vermeye “ye tostunu otur aşağıya terbiyesiz” de denilmez ki. Demiyoruz diye oldu zaten olan. Meze yer gibi adam yemeye başladı millet. Bizde bu tip dertler yok tabii biz günde iki öğüne şükrediyoruz. Derdim sizlere aptal bir ajitasyon yapmak değil sadece lüks yemek yeme hırsıyla başkalarının hırslarına alet olmanızı önlemek. Lakin kimseye emir yerecek kudrette de değilim, kimseden de emir almayacak kadar bilinçliyim. Kendi irademi başka birinin iradesine teslim edemem. Edilmesini de istemem.
Madem hepimiz aynı yıldızlarla uyuyup, aynı güneşle uyanacağız neden ben sokakta yatarken siz lüks evlerde uyucaz diye hırs yaparsınız. Eyvallah siz gene lüks evlerde yaşayın ama o hayvanların evi olan ormanları kesip de diktiğiniz plazalarda bize de bir yastık yok mu? Anladım bizden hoşlanmıyorsunuz, bende sizin gibi olsam benim gibilerden rahatsızlık duyardım. Ama bize neden sizin gibi olma şansı vermiyorsunuz. İçinde yaşadığınız  sistem sizlerle var olduğu gibi sizler tarafından da değiştirilebilir. Ve bu sayede belki de bizlerde sizinle aynı şartları paylaşa biliriz. Doğumumuz aynı, ölümümüz aynı neden yaşamlarımız da bir olmasın değil mi sevgili insanoğlu. 

11 Ocak 2013 Cuma

TÖRE


      Daha on altı yaşındaydım. Neden yaptım bilmiyorum. Ne için, kimin için, neden anasını satıyım neden! Yapacaksın dediler, namus dediler, töre dediler. Daha on altı yaşındaydım şerefsizler. Küçücük köyde,  ilkokul sekizden sonra okumadım bile, ne yaşadım ki. Ne yaptım hayatım boyunca öldürmekten başka.
       Ablam okudu. Üniversiteye bile gitti. Babam “Ablan kötü yola düşmüş” dedi. Bir heriften hamile kalmış. Allah onunda belasını versin, iş ciddiye binince kaçmış puşt. Babam beni gönderdi ablamı öldürmeye. Sen küçüksün fazla yatmazsın dedi. Şerefsiz daha yaratıcı olsaydı bari. Bir tane beretta silah bulmuşlar, aldım elime bir bakıyım dedim elimden düşürücem nerdeyse. Babam kaba görünümlü, kirli sakallı ayyaşın tekiydi. Annemle de zorla evlendirmişler. Aslında babam annemin amcaoğluymuş babam töre ya amcaoğlu isteyince başkasına verilmezmiş kız. Çaresiz annemde kabullenmiş kaderini, boyun eymiş.
      Nerdeyse hiç düşünmedim yaşama amacımı. Babamlar sekizinci sınıfa kadar okutup işe sokacaklardı beni ama bu öldürme işi girdi araya. Gittim İstanbul’a dayandım ablamın kapısına. Baya gaza gelmişim, gözümü kan bürümüş, kesin öldürcem ablamı. Kapıyı çaldın içerden bir ses “Geliyorum” dedi. Bir müddet bekledim kapıyı açan yok zile bir kez daha bastım. Kapı açıldı elimi silaha götürdüm kapı açılınca ablamı gördüm elinde bir bebek. Gözleri anneminkilerle aynı nerdeyse. Elimi silahtan geri çektim ablam beni görünce biraz şaşırdı, beni içeri davet etti, girdim. Evi dağınıktı ve küçük, çok küçük değil ama küçük. O televizyonlardaki öğrenci evlerine benziyor ama etrafta bebek malzemeleri var. Bebeği içeri götürüp yatırdı ben kapıyı çalınca uyanmış, bunu duyunca içime bir suçluluk duygusu düştü. Salona geldi ve karşıma oturdu. “Nasılsın” dedi. “Seni öldürmemi istediler” dedim. Bir anda ağzımdan çıktı neden bilmem silah sırtıma batmaya başlamıştı herhalde ondandır silahı çıkarıp sehpanın üstüne koydum. Bana doğru eğilip ellerimi tuttu. “Peki sen ne istiyorsun” dedi. Gene klişe bir laf daha. İnsanlar bu tip anlarda yaratıcılıklarını kaybedip en basma kalıp sözü söylüyorlar galiba. O yüzden cevap vermedim ve bir anda ayağa kalkıp silahı aldım ve ablama doğrulttum. İçimde öfke yoktu sadece utanç, korku ve acıma. Bütün bunların etkisiyle olacak ağlamaya başladım fakat ablam metanetini korudu. Yüzü ifadesiz bir hal aldı ama oda bana ve içerde ağlayan bebeğe acıyodu bunu hissedebiliyordum, bunu istiyodum. “Neden” dedim. Bende yaratıcılığımı yitirdim. Cevabını önceden tahmin ettiğim bir cevap verdi. “Sevdim” dedi. Ablamı da kendim gibi kullanılmış hissettim. Ve hala bir şeyler hissede biliyorken o evden çıktım. Bir daha ne ablamdan haber aldım nede anneminkilere benzeyen gözlerden. Şu an Bursa da taşeron işçi olarak çalışıyorum. Ama hala o utancı taşıyorum içimde namustan değil onları korumak için kalmadığım için. Bu pis ve adaletsiz dünyada ablamı ve o hiçbir şeyden haberi olmadan karyolasında yatan annem gözlü bebeği yalnız bıraktığım için utanıyorum. Geri donup onları savunacak cesarette olmadığım için. Ölmekten korktuğum için değil dönüp de geç kaldığımı görmekten korktum. Son zamanlarda çok düşünür oldum yaşama amacımı ben korkmak ve kaçmak için doğmuşum.